*Stj. Av. Ahmet Akar

Sigorta hukuku sigortacılık faaliyetinin tabi olduğu esaslar ile bu faaliyetin kurallara uygun şekilde yürütülmesine ilişkin denetim esaslarını ve sigorta sözleşmesini düzenleyen kurallardan oluşan bir özel hukuk dalıdır. Sigorta hukuku; sigorta denetim hukuku ve sigorta sözleşmesi hukuku olmak üzere iki alt bölüme ayrılmaktadır.

  1. Sigorta Denetim Hukuku, sigortacılık faaliyetlerinin tabi olduğu esaslar ile sigortacılık faaliyetlerinin bu esaslara uygun olarak yürütülmesine ilişkin denetim hakkındaki kurallardan oluşur.
  2. Sigorta Sözleşmesi Hukuku ise sigorta ilişkisinin kurulmasına ve hükümlerine dair esasları belirleyen kurallar bütünüdür.

Sigorta Hukuku’nun kaynakları, Türk Hukuku’nda sigorta hukuku mevzuatı ve sigorta genel şartlarından oluşmaktadır. Sigorta hukuku mevzuatı Türk Hukuku’nda 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun “Sigorta Hukuku” başlıklı 6. Kitabında ve 1401 vd. maddeleri ile düzenlenmiştir. Sigorta genel şartları ise benzer rizikolara maruz kişilere mümkün olduğunca eşit kapsam ve koşullarla teminat sağlanması amacıyla oluşturulmuş, genel ve soyut sözleşme düzenini belirleyen sözleşme koşulları olmakla birlikte sigorta genel şartları “genel işlem şartı” niteliğindedir.  

Türk Sigorta Hukuku’nda sigorta sözleşmesinin tanımı TTK madde 1401 uyarınca yapılmıştır;

Sigorta sözleşmesi, sigortacının bir prim karşılığında, kişinin para ile ölçülebilir bir menfaatini zarara uğratan tehlikenin, rizikonun, meydana gelmesi hâlinde bunu tazmin etmeyi ya da bir veya birkaç kişinin hayat süreleri sebebiyle ya da hayatlarında gerçekleşen bazı olaylar dolayısıyla bir para ödemeyi veya diğer edimlerde bulunmayı yükümlendiği sözleşmedir.

Kanun koyucunun düzenlediği sigorta sözleşmesi tanımına göre sigortacı, sigorta sözleşmesinin sigorta himayesini taahhüt eden tarafıdır. Sigorta ettiren ise sigortacı ile sigorta sözleşmesi akdeden gerçek veya tüzel kişidir. Sonuç olarak akdedilen sigorta sözleşmesi uyarınca sigorta ettiren, teminat altına alınan rizikonun gerçekleşmesi halinde sigortacıdan ekonomik zararın karşılanmasını talep edebilecektir.

Sigorta sözleşmeleri; sigortacı ve sigorta edilen tarafından, sigorta poliçesi genel ve özel şartlarında yer alan teminat kapsamı dâhilinde olan rizikolar sonucunda sigortalının ya da sigortalının fiili sebebiyle zarara uğrayan sigorta ettirenin veya üçüncü kişilerin zararlarının sigortacı tarafından tazmini gayesi ile düzenlenir. Sigorta poliçesinde tarafların önemle dikkate alması gereken husus ise, teminat dâhili ve harici olan rizikoların doğru anlaşılması ve yorumlanmasıdır.

Zira poliçede yer alan teminatların kapsamında bir riziko gerçekleştiğinde sigorta şirketi sunduğu teminat dâhilinde ödeme yapmakla yükümlü olacaktır. Bu yükümlülük kanundan doğan bir yükümlülük olup, tarafların riziko gerçekleştikten sonraki yükümlülükleri başlığı altında yer almaktadır. Keza rizikonun gerçekleşmesinin sigortacı bakımından doğurduğu esas sonuç, sigortacının tazminat veya sigorta bedelini ödeme yükümlülüğüdür. Sigortacının tazminat ya da bedel ödeme borcuna ilişkin esaslar TTK madde 1427’de düzenlenmiştir.  

Buna göre sigorta teminatının kapsam ve koşulları, sigorta genel şartları ve özel şartları ile belirlenecektir. Sigorta genel şartlarında sigortanın konusu, teminat dışında kalan haller, ek prim karşılığında teminat altına alınabilecek haller, sigorta ettirenin hak ve yükümlülükleri rizikonun gerçekleşmesi halinde sigortacı tarafından ödenecek tazminat miktarının tespiti, tebliğ ve ihbarlar, sırların saklı tutulması, yetkili mahkeme gibi hususlar bulunmaktadır.

Sigorta genel şartları dışındaki sözleşme koşulları ise özel şart olarak adlandırılmaktadır. Özel şartlar, sigorta genel şartları ile belirlenen genel ve soyut sözleşme düzenini somut sigorta ilişkisi bakımından tamamlamak, açıklamak ya da değiştirmek üzere taraflarca sözleşme içeriğine dâhil edilen şartlardır. Sigorta genel şartlarında, genel şart hükümlerine aykırı olmamak kaydıyla ya da sigorta ettiren aleyhine olmamak koşuluyla özel şart konulabileceğine dair hüküm yer almaktadır.  

Tüm bu açıklananlar ışığında sigorta şirketleri, rizikonun gerçekleşmesi akabinde sigorta ettirenin sigortacıya vukua gelen olayı ihbarıyla birlikte gerekli araştırmaları yapacak ve rizikonun teminat kapsamı içerisinde olup olmadığı hususunda bir sonuca varacaktır. Ulaşılan sonuç teminat kapsamı olarak değerlendirilirse sigorta şirketi TTK madde 1427 uyarınca sigorta ettirenin talebi karşılayacaktır.

Sigortacının sigorta ettirene karşı yerine getirmekle yükümlü olduğu sigorta tazminatı ödeme borcu, aynı zararı bir başkasının tazminle yükümlü olması sebebiyle ne azalacak ne de ortadan kalkacaktır. Günümüzde genellikle sigorta ettiren zararını öncelikle ödeme kabiliyeti tam olan sigorta şirketinden talep ve tahsil eder. Bunun üzerine sigorta ettiren, zarar sorumlusuna başvurma imkânını kaybeder. Şayet sigorta ettiren hem zarar verenden hem de sigorta şirketinden tazminat almış ise bu durum hukuka aykırılık oluşturur.

Zarar sigortaları bakımından geçerli olan “zenginleşme yasağı” sigorta ettirenin hem sigortacıdan hem de zarar sorumlusundan talepte bulunmasını engeller. Ancak zenginleşme yasağı, zarar sorumlusunun sigorta sözleşmesi sayesinde sorumluluktan kurtulmasına da yol açmamalıdır. İşte bu noktada sigortacının “kanuni halefiyet” imkânı devreye girer ve sigortacı, sigorta ettirenin haklarına yasa gereği halef olarak ödediği sigorta tazminatını zararın sorumlusundan tahsil etme imkânına kavuşur. (TTK madde 1472)

Böylece bir yandan, zarar sigortalarında hâkim olan zenginleşme yasağı uygulanırken diğer yandan, zarardan sorumlu olan kişinin sigorta ettirenin iradesine aykırı olarak sorumluluktan kurtulması engellenmiş olur. Ayrıca sigortacının kanuni halefiyeti, sigorta tekniği açısından sigortayı daha ucuz bir hale getirmesi sebebiyle sigorta ettirene önemli bir fayda sağlar. Zira sigorta prim oranları hesaplanırken halefiyet ilkesi nazara alınır ve primler düşük tutulur.

Kanuni halefiyet sadece mal sigortalarında karşılaşılabilecek bir durum değildir. Zira kanun koyucu TTK 1472’de öngörülen “mal sigortalarında sigortacının kanuni halefiyeti” maddesinden ayrı olarak TTK madde 1481’de sorumluluk sigortaları için de bir halefiyet kuralı tesis etmiştir.

TTK’da mal sigortaları ve sorumluluk sigortaları için ayrı ayrı halefiyet şekli öngörülmüş olsa da iki hüküm arasındaki fark keskin değildir. Sorumluluk sigortalarındaki halefiyetin mal sigortalarındaki halefiyetten ilk farkı; sorumluluk sigortalarında, sigortalıdan başka zarar görenin de halefiyeti ihlal edici davranışta bulunmamakla yükümlü olması ve bu yükümlülüğün ihlal edilmesi halinde zarar görenin de sigortacıya karşı sorumlu olmasıdır. İkinci fark ise 1472. maddenin 2. fıkrasının “Sigortacı zararı kısmen tazmin etmişse, sigortalı kalan kısımdan dolayı sorumlulara karşı sahip olduğu başvurma hakkını korur.” şeklindeki ikinci cümlesine yer verilmemiş olmasıdır.

  1. maddenin gerekçesinde sorumluluk sigortalarında halefiyet kurumunun neden düzenlendiği belirtilmiş; “Bu konu doktrinde çok fazla tartışmaya neden olmuş ve bu tür sigortalarda sigortalı ile zarardan sorumlu olan aynı kişi olduğundan sigortacının, zararın failine (borçluya) başvurması nedeni ile halefiyetinden bahsedilemeyeceği, aksi takdirde sigortacının sigortalısı için ödediği tazminatı geri sigortalısına rücu edeceği şeklinde bir sonuca varılacağı ve bu durumda da sigortalı için prim ödenmesinin bir anlamı olmadığı ileri sürülmüştür. Bu görüşte haklılık payı olmakla birlikte, sorumluluk sigortalarında hiçbir şekilde halefiyetin olamayacağını söylemek de doğru değildir. Şöyle ki, özellikle müteselsil sorumluluk halinde, zarar görenin müteselsil sorumlulardan birinden veya bunun sigortacısından zararının tamamını alması halinde sigortacı sigortalısına halef olarak fazla ödediği miktar için diğer sorumlulara rücu edebilir.” şeklinde gerekçelendirilmiştir.

İşte sigortacının halefiyeti, rizikonun gerçekleşmesi sebebiyle meydana gelen zararlar için sigorta ettirenin üçüncü bir şahsa karşı herhangi bir hukuki sebebe dayanarak sahip olduğu tazminat alacağı hakkının ödenen sigorta tazminatı miktarınca kanun icabı sigortacıya geçmesidir.

Sigortacının zarar sorumlusu üçüncü kişiye talep hakkını yöneltebilmesi için zarar görenin tahsil edeceği tazminatın sigorta sözleşmesine dayanan akdi bir yükümlülük gereğince ödenmesi gereklidir. Hukuken geçerli bir sigorta sözleşmesinin varlığı, sigortacının tazminat ödeme borcunun hukuki sebebidir. Eğer sigortacı, hukuken hüküm ifade etmeyen bir sigorta sözleşmesine dayanarak ödemede bulunursa TTK’nın 1472. maddesine dayalı olarak bir halefiyetten söz edilemez. Sigortacının kanuni halefiyet imkânına kavuşmasının diğer bir şartı, kanun maddesinde açıkça ifade edildiği üzere sigorta tazminatının ödenmiş olmasıdır. Sigortacı, sigorta ettirenin zararını karşılamadığı müddetçe onun yerine geçerek dava açamaz. Sigortacı, ödemeyi bizzat sigortalıya veya onun yetkili temsilcisine yapabilir. Sigortacının halefiyet hakkına sahip olabilmesi için gerekli olan diğer bir koşul da sigorta ettirenin kendisine zarar verene, yani sorumlulara karşı dava hakkının bulunmasıdır.

Ancak bazı durumlarda sigorta şirketleri teminat dışında kalan hasarları da karşılayabilir.  İşte bu kapsam dışı ödemeleri “Lütuf Ödemeleri” (Ex Gratia) adı altında yapmaktadır.

Uygulamada görülmektedir ki; sigorta ettirenin sigorta şirketine karşı sadakati, yani uzun süreden beri sigortalısı olması ya da sigorta şirketinin pek çok ürününü satın alıyor olması,  hasarın oluş şekline göre, sigortalının hasarın oluşmasında sübjektif kusurunun fazla olmaması gibi sebeplerle teminat altında olmayan hasarların da ödendiği görülmektedir.

Dünya sigorta literatüründe “Ex Gratia” olarak bilinen lütuf ödemesi sigorta şirketlerinin sigortalıları için teminat kapsamına girmeyen ya da teminat kapsamında olup olmadığı tartışmalı olan hasarlarda yaptığı ödemelerdir. Lütuf ödemesi, hasarın tamamını veya bir kısmını karşılayabilecektir.

Sigorta şirketinin lütuf ödemesi kapsamında hasarı karşılaması genelde sigorta şirketinin, kendi sigortalıları ile içinde bulunduğu iyi ilişkilerini koruma ve devam ettirme, müşterilerini kaybetmeme yahut ticari itibarını koruma düşüncesine dayanabilmektedir. Sigortalının uzun yıllardır o sigorta şirketinin sigortalısı olması, sigorta şirketinin pek çok ürününü satın alıyor olması gibi nedenler de lütuf ödemesine zemin hazırlayabilmektedir. Sigortalanan kişinin her yıl yüksek prim ödemesi, birçok dalda şirketten hizmet alıyor olması, sigorta şirketlerinin lütuf ödemesi yaparken dikkat ettiği durumlardan biridir.

Emtia Nakliyat Sigortaları bu duruma örnek olarak gösterilebilecektir. Emtia Nakliyat Sigorta Poliçelerinde asıl olan, sigortalı mal sahibinin zararlarının teminat altına alınması olmakla birlikte -aksine bir hüküm yoksa- hatalı ambalaj, istiflemeden doğan zararlar teminat dışındadır. Dolayısıyla sigortanın, nakliyat sigortası kapsamında hatalı yüklemeden mütevellit mal hasarını ödemesi teminat kapsamında mümkün değildir.

 Düzenleme bu şekilde olmakla birlikte, uygulamada/ ticari hayatta sigorta şirketleri bu tür teminat dışı hasarları da ödeyebilmektedirler. İşte sigorta şirketinin, sigorta genel/ özel şartlarında yer alan teminat harici rizikolar neticesinde meydana gelen zararı tazmin etmesi hali; poliçe kapsamında bir ödeme olarak kabul edilemeyecektir. Dolayısıyla sigorta şirketinin halefiyete bağlı 3. Kişilere rücu davası açma hakkının ilk koşulu yani poliçe kapsamında ödeme yapma yükümlülüğü gerçekleşmediğinden, halefiyete bağlı 3. Kişilere karşı talep hakkı ortadan kalkmış olacaktır. İşte sigorta poliçesinde teminat dışı rizikolara dayalı hasar ödemeleri Yüksek Mahkeme kararlarında da yer aldığı üzere ex gratia / hatır / lütuf ödemesi olarak nitelendirilmekte ve sigorta şirketinin, sigortalısına yaptığı ödemeler için, zarar veren 3. kişilere halefiyete bağlı rücu hakkını ortadan kaldırmaktadır.

Belirtmek gerekir ki, teminat dışında kalan sebeplere dayalı ödeme yapan, bir başka deyişle lütuf ödemesi gerçekleştiren sigorta şirketleri rücu hakkını kaybeder. Sigorta şirketinin, teminat harici rizikolar neticesinde meydana gelen zararı tazmin etmesi durumu poliçe kapsamında bir ödeme olarak kabul edilmemekte, dolayısıyla sigorta şirketinin halefiyete bağlı üçüncü kişilere rücu davası açma hakkının ilk koşulu olan “poliçe kapsamında ödeme yapma” durumu gerçekleşmediğinden, halefiyete bağlı olarak üçüncü kişilere karşı talepte bulunma hakkı da ortadan kalkmaktadır.

Nitekim Yargıtay’ın da lütuf ödemesinin varlığı halinde üçüncü kişilere rücu hakkına dayalı dava açılamayacağına yönelik birçok içtihadı bulunmaktadır;

 “Sağlık Sigortası Genel Şartları’nın 2/b. maddesinde, “cürüm işlemek veya cürme teşebbüs” nedeniyle sigortalıların sigorta süresi içinde hastalanmaları ve/veya herhangi bir kaza sonucu yaralanmalarının teminat dışı hallerden sayıldığı; davacı sigortalısının yaralandığı olayın öncesinde yaşanan ilk olay nedeniyle davalı oteline geldiği, davalı mallarına zarar verdiği ve olayda sigortalının da “cürüm ve cürme teşebbüs” mahiyetinde eylemlerinin bulunduğu; davacının ödeme yapmasına yol açan sigortalı yaralanmasının da bu olay esnasında meydana geldiği; sigortalının zararının teminat dışı olduğu ve davacı ödemesinin lütuf ödemesi niteliği taşıdığı dikkate alındığında, davacının ödediği bedel için davalıya rücu hakkının bulunmamasına göre; davacı vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddi ile hükmün ONANMASINA…” (YARGITAY 17. HUKUK DAİRESİ E. 2016/3730 K. 2019/6330 T. 20.5.2019)

Zira Sigortacının, sigortalısının halefi olmasının ilk şartı; sigorta teminatı dâhilinde bir riziko sonucu gerçekleşen hasarın ödenmesi, ikinci şartı ise sigortacının sözleşmeye uygun ödeme yaptığı sigortalısının, 3. kişilere tazminat talep hakkına sahip olmasıdır. Yüksek Mahkemenin; “Teminat dışında kalan sebeplere dayalı ödemelerde sigorta şirketinin 3. Kişilere rücu hakkına dayalı dava açamayacağını, bu durumda mahkemenin poliçe hükümlerine göre yapılan ödemenin ex gratia/lütuf/ hatır ödemesi olup olmadığını araştırması gerekeceği, eğer ki ex gratia ödeme olduğunun tespit edilmesi halinde halefiyete bağlı talebin reddi gerekeceği” yönlü içtihatları mevcuttur.

Halefiyetin gerçekleşebilmesi için ödemenin teminat kapsamına giren bir zararın tazmini için yapılmış olması gerekmektedir. Sigortacı, sigorta sözleşmesinin gereği olmadan, sadece sigortalısını tatmin etmek, müşterisine hoş görünmek ve gelecekte iyi ilişkilerin devamını sağlamak amacıyla ödemede bulunabilir. Bunlar sigorta sözleşmesi gereğince yapılan ödemeler olmadığından, sigortacı bu şekilde bir ödemede bulunduğu takdirde, sigortalıya TTK madde 1472 gereğince halef olamayacaktır. Ex gratia sadece yukarıda anılan hallerde değil bazen de değerlendirme yanlışlarından doğabilir. Sigortacı, bir rizikonun sigorta koruması kapsamında olup olmadığında tereddüt edebilir. Bu gibi hallerde, işin dava konusu olmasındansa, sigortalıya ödeme yapmayı tercih eden sigortacının kanuni halefiyet hakkından yararlanıp yararlanmayacağı tartışmaya açık bir husustur.

Ödeme sonucu halefiyetin gerçekleşebilmesi için sigortacının ödemeyi gerçek hak sahibine yapması gerekir. Gerçek hak sahibi olmayan bir kişiye yapılan ödeme halefiyet sonucunu doğurmaz. Yargıtay 11. HD.’nin 24.01.1983 tarihli, 1983/225 E., 1983/235 K. sayılı kararında konuya şu şekilde değinilmiştir: “…Sigorta tazminat makbuzu altındaki meşruhatta kazaya karışan aracın olaydan önce … isimli kişiye satıldığı belirtilmektedir. Olaydan zarar görmeyen ve dolayısıyla sigortadan yararlanması mümkün olmayan bir şahsa sigorta şirketince yapılacak ödemeden dolayı halef sıfatıyla rücu davası açılamayacağının kabulü gerekirken…” Sigortalı malın el değiştirmesi, menfaatin el değiştirmesi anlamına gelir. TTK. m. 1470’e göre “Sigorta edilen menfaatin sahibinin değişmesi hâlinde, aksine sözleşme yoksa, sigorta ilişkisi sona erer.”

Günümüzde teminat kapsamı dışında kalan sigorta tazminatı taleplerinin lütuf ödemesi sayılacağı ve ex gratia olarak nitelendirilen ödeme nedeniyle, ödemeyi yapan sigorta şirketlerinin halefiyet hakkı doğmayacağı ve zarar sorumlularına karşı rücu davası ikame edemeyeceği içtihatlar ve doktrin uyarınca kabul edilmiştir. Kanaatimizce teminat kapsamı dışında kalıp kalmadığı hususunda tereddütte kalınan durumlarda yapılan ödemeler de hatır ödemesi sayılacaktır. Sigorta şirketi tarafından gerçekleştirilen lütuf ödemesi akabinde sigorta şirketi sigortalısına kanuni olarak halef olamayacaktır. Tüm bu açıklananlar ışığında sigorta şirketinin hatır ödemesi olarak nitelendirilen ödemeleri nedeniyle sigortalısına halef olamayacağı ve rücu davası ikame edemeyeceği sonucuna ulaşılacaktır.

*Yavuz&Uyanık Hukuk Bürosu, Stajyer Avukat