*Stj. Av. Ayşenur Koç

Bilindiği üzere 2019 yılının sonlarında ortaya çıkan Covid-19 salgını ülkemizi ve tüm dünyayı etkisi altında aldı. Yapılan uzun aşı çalışmaları sonucu çeşitli ilaç şirketleri tarafından farklı yöntemlerle elde edilen aşılar kısa süre içerisinde tüm dünyanın kullanımına sunuldu.

Gelinen aşama itibariyle aşının ulaşılabilir olması, haliyle çalışma koşulları açısından değişikliklere gidilmesine yol açmıştır. Buna ilişkin olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın 3 Eylül 2021 tarihinde “İş Yerlerinde Covid-19 Tedbirleri” başlıklı duyurusu ile işverenlerin Covid-19 aşısı tamamlanmamış çalışanlarını ayrıca bilgilendirmesi, aşı olmayan çalışanlarından zorunlu olarak haftada bir kez PCR testi yaptırmaları isteyebileceği ve söz konusu test sonuçlarının gerekli işlemler yapılmak üzere iş yerinde kayıt altında tutulacağı düzenlenmiştir.

İlgili genelge gereği, Covid-19 aşısı tamamlanmamış işçilerin gerek aşı olmaya teşvik edilmesi gerekse de işveren tarafından iş sağlığı ve güvenliği yükümlülüklerinin yerine getirilmesi amacıyla işçilere aşı olmamanın riskleri ve aşılanmama nedeniyle iş yerinde karşılaşılabilecek risklere ilişkin bir yazılı bilgilendirme yapılması gerekmektedir. Ek olarak söz konusu bilgilendirme, aşı olmayan işçilerden her hafta PCR testi istenileceğini de içermelidir.

İş sağlığı güvenliği kapsamında işveren, aşı olması için işçiye baskı yapabilir mi? 

6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nda işverenin genel yükümlülüğü şöyle ifade edilmiştir:

İşveren, çalışanların işle ilgili sağlık ve güvenliğini sağlamakla yükümlü olup bu çerçevede; 

  1. a) Mesleki risklerin önlenmesi, eğitim ve bilgi verilmesi dâhil her türlü tedbirin alınması, organizasyonun yapılması, gerekli araç ve gereçlerin sağlanması, sağlık ve güvenlik tedbirlerinin değişen şartlara uygun hale getirilmesi ve mevcut durumun iyileştirilmesi için çalışmalar yapar. 
  2. b) İşyerinde alınan iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerine uyulup uyulmadığını izler, denetler ve uygunsuzlukların giderilmesini sağlar.
  3. c) Risk değerlendirmesi yapar veya yaptırır.

ç) Çalışana görev verirken, çalışanın sağlık ve güvenlik yönünden işe uygunluğunu göz önüne alır. 

  1. d) Yeterli bilgi ve talimat verilenler dışındaki çalışanların hayati ve özel tehlike bulunan yerlere girmemesi için gerekli tedbirleri alır.

Bunun yanında 6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun 417. “İşçinin Kişiliğinin Korunması” başlıklı maddesinin 2. fıkrası uyarınca;

“İşveren, işyerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak; işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdür.”

İlgili kanun ve düzenlemelerden her ne kadar işverenin iş sağlığı ve güvenliğini sağlamak amacıyla işçi üzerinde böyle bir baskı kurabileceği anlaşılsa da, bu baskının temel ve anayasal bir hak olan kişi dokunulmazlığına aykırılık teşkil edeceği de düşünülmemelidir.

Bilindiği üzere Anayasa’nın “Kişi dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesinin 2. fıkrasında “Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı halle dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz, rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz.” düzenlemesine yer verilmiştir. Bununla birlikte yine Anayasa’nın 13. maddesinde temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması, hakkın özüne dokunulmadan, ölçülülük ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir şekilde ancak kanunla olabileceği” ifade edilmiştir.

Ancak bu noktada milli güvenlik, kamu düzeni ve kamu sağlığı ilkeleri devreye girmektedir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’nin Özel ve Aile Hayatına Saygı Hakkı başlıklı 8. maddesinde bu durum “Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir. “ şeklinde, Toplantı ve Dernek Kurma Özgürlüğü başlıklı 11. maddede ise “Bu hakların kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplum içinde ulusal güvenliğin, kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli olanlar dışındaki sınırlamalara tabi tutulamaz.” şeklinde açıklanmıştır.

Yine AİHS 4 numaralı protokolün 2. maddesinde “Bu hakların kullanılmasına menfaati için gereken ve demokratik bir toplumda, ulusal güvenlik ve kamu güvenliği, kamu düzeninin idamesi, suçların önlenmesi, sağlık ve ahlâkın veya başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunması için alınan ve yasaya uygun önlemler dışında başka hiçbir kısıtlama uygulanamaz.” denilmektedir.

Anlaşılmaktadır ki; temel hak ve özgürlüklerimiz Anayasa ve AİHS ile koruma altına alınmış olsa da bu temel hak ve özgürlüklerin dahi kamu sağlığı söz konusu olduğunda, kanun ile kısıtlanabilmesi önünde bir engel bulunmamaktadır.

İşyeri ortamında bulaşıcı bir hastalığın sadece hastalığı taşıyan kişinin değil, işyerinde çalışan herkesin sağlığını tehlikeye atacağı göz önünde bulundurulduğunda, işverenin işçilerin sağlığını ve işyeri düzenini gözeterek işçiyi aşı olmaya zorunlu tutabileceği söylenemeyecekse de, düzenli olarak PCR testi isteyebilmesinin kanunlar ve temel hak ve özgürlükler çerçevesinde bir ihlal teşkil etmeyeceği kanaatindeyiz.